Şehirlerimizdeki nüfusun artmasıyla başlayan betonlaşma ve akabinde doğadan uzaklaşma, belki de hepimizin yaşamın üzerimize yığdığı sorunları daha da zor omuzlamamıza sebep oldu.. Dar sokaklar arasında iki tane ağaca bakan balkonlu daire, değere binerken, bizler, hepimiz, kaldırabileceğimizin de üzerinde teknolojiye maruz kalarak, temiz havadan yoksun, gün içerisinde yapmamız gerekenlerle boğuşan yaşamlara hapsolduk bir bakıma..
Dostlarla iki çift sohbet bile zaman yaratamadığımız bir olguya dönüştü.. Oysaki yaşadığımız şehirlerden biraz uzaklaşabildiğimiz takdirde, derin nefeslerle oksijen sarhoşluğu yaşayabileceğimiz, gözlerimizi envai çeşit yeşilin içine dalıp bırakabileceğimiz, hala bakir, hala dokunulmamış doğal alanlarımız var.. Şehir hayatı tüm o boğuculuğuna rağmen, birçok kişi için maddi ve kültürel anlamda getirdiği doyuruculukları nedeniyle vazgeçilmez..
Ancak diğer bir taraftan da doğayla bütünleşip, barındırdığımız enerjimizi yenilemek için, zaman zaman doğaya dönmemiz gerek..
Tam da bu sebepten, artık günümüzde, yarattıkları boş zamanları, gerek bir göl kenarına kamp kurarak, gerekse yaşadıkları şehirden çok da uzaklaşmadan, örneğin İstanbul’a yakın dağ evleri kiralayarak değerlendiren insanlar gittikçe artmakta..
Kent yaşamının sunduğu artıları hayatımıza kabul etmekle birlikte, bizden götürdüklerini tabiat ananın sunduklarıyla tamamlayalım ki, özümüzden fazla kopmadan, sağlıkla ve keyifle sürdürülebilir bir yaşama sahip olalım..